Sayfalar

6 Eylül 2012 Perşembe

Küçük çocukların büyük dünyaları..


Zaman nasılda geçmiş.. Şimdi eşek kadar oldular:) artık neredeyse onlar oynayacak bizimle.. Ama ipleri bırakmıyorum.. Cocuklarımdan bahsediyorum.. Halen gülümseyerek hatırlarım, eskiden onlarla oynadığım oyunları.. 
Hele bazılarını hiç unutamıyorum.. Oynarken en az onlar kadar ciddiye alırdım.. Sadece oynarken değil, genelde ciddiye alırdım.. Onlarla hiç cocuk diliyle konuşmadım mesela.. Onlar konuşurken gözlerinin içine bakarak konuştum.. Hiç yalan söylemedim.. Peşimden gelmek istediklerinde, ben doktora gidiyorum, gelirseniz size iğne yaparlar demedim.. Hadi uyuyun bak, purputli geliyor.. purputli görünmeyen bir korku figürü, ananemin cocukları uyutmak için yarattığı bir yaratik, gerçi purputli bana sevimli bir yaratik gibi gelirdi o başka:) 
Yada ne bileyim buna benzer yalanla dolanla hiç kandırmadım.. O yüzden çok inanırlardı ve güvenirlerdi.. 

Cocuk doktorumuz demiştiki, her hava şartlarında mutlaka dışarı çıkın.. Öğleden önce ve ögleden sonra olmak üzere günde iki kez, kar, yağmur, çamur demeden her gün parklarda gezerdik.. 2. Yaştan sonra 5 yaşına kadar falan oynadığımız oyunların bazılarını yazmak istiyorum.. 

Ha birde şöyle bir şey olmuştu, onuda atlamadan yazayim.. Şimdi bunlar premetüre doğdukları için iki yıl kontrol altında tutuldular.. 2 yaşına kadar her 6 ayda bir üniversite kliniginde teste çağırılıyoruz.. İşte motorik gelişimleri, kulaklar, gözler, algılama, kilo, boy falan filan.. 6 aylık filanlar.. Sağ kulaga bir ses veriyor doktor, gözler o yöne gidiyor, sonra diğer kulağa aynı işlem.. İyi kulaklar duyuyor.. Diğer testlerde tam çıkıyor.. Takii şu teste kadar.. Doktor ayna gösteriyor.. Bunlarda hiç tepki yok.. Allah allah yoksa bunlar Görme engellimi?  Beni aliyor bir telaş.. 
Doktor gülümsüyor ve ekliyor; ikiz oldukları için aynadaki gördüğünü ikizi sanıyor, ve onuda sürekli gördüğü için tepki vermiyor.. Herşey normal, premetüre olmalarına rağmen, normal yaşıtlarının gelişimi var, deyince bende gülümsemiştim.. 

Konu dallanıp budaklanıyor, ben cocukların geniş fantazilerinden oyunlarımızdan bahsedecektim.. 

Şimdi yaş 3 filan.. İşte biz bu park gezilerimizde kumda oynarken ya diğerinin kafasina plastik kürek gelmiştir, ya göze kum kaçmıştır, ya arı sokmuştur, bir sebeple oyun bozulur ve zırlama başlayınca, hemen o fantazi oyunlarını devreye sokardım.. 
Aaaa, hadi siz simdi küçük bir kuş olun ve avcuma gelin.. Geldiniz bile.. Bak görüyormusunuz.. Şimdi bu küçük Deniz ve Taylani şu agacın tepesine atalim, ordaki diger kuşlarla oynasınlar.. Ellerimi gökyüzüne doğru sallar, avuçlarımı açıverirdim.. Sonra diz çöker, bak ağacın tepesine kondunuz.. Siz burda yoksunuz aslında.. Ben ordamıyım şimdi? Evet oğlum ordasın.. Diğeri, bende ordayımmm.. Evet oğlum ikinizde ordasınız? Ne görüyorsun orada? Kuşları görüyorummm.. Sen ne görüyorsun oğlum?? Seniii.!!))) 
Artık biz bu oyunu gelenek haline getirmiştik.. Her gün, ağacın tepesine atılmak isterlerdi.. Sonra kucağıma atlarlar, birlikte mutlu mesut evimize giderdik.. Bir gün unutmuşum ben bunlari ağacın tepesinde, baktim Taylan ağlıyor.. Oglum ne oldu.. Minik Denizle Taylani ağacın tepesinde unuttuk.. Hayıır, hiç olurmu, aldım ben onları, bak avucumdalar.:))) gidip alalım demiyor.. İnanıyorlar bana çünkü:))

Neyse ben bunlarin hayal dünyalarını açmaya ve ölçmeye devam ediyorum.. Hiç unutmam bir keresinde şöyle bir oyun oynamıştık.. Muhtemelen Titanic filmini izledim, etkilendim ve esinlendim, ufak tefek dğisiklik yaparak:)) Evde koltuklarda oturuyoruz.. Bir ikili birde üçlü koltuk var.. Onlar ikisi bir koltukta, ben diğer koltukta.. Yaşları yine 3 - 3.5 
Ben dedimki, şimdi biz gemideymişiz, gemi ortadan ikiye ayrılmış.. Siz öbür tarafta kalmışsınız, ben bu tarafta.. Size gelmeye çalışıyorumuşum ama yüzme bilmediğim için gelemiyormuşum.. Senaryoyu önce böyle anlattım, oyun sırasında gelişmelere göre üretirim bir şeyler diye geçiriyorum kafamdan..  Sonra uygulamaya geçtim.. Yüzüm küçük emrah modunda, iki elimle onlara ulaşmaya çalışıyorum ama uzanamıyorum, bu arada dengemi kaybedip yere (denize) düşüyorum güya.. İmdat, imdaat!! kurtarın beni! diyorum ağlamaklı bir sesle.. Bu oyunu o kadar ciddiye alıyorlarki; koltuktan aşağıya  inmedikleri gibi, beni gerçekten suda boğuluyorum zannedip feryat figan ağlıyorlar. . Evde bir aksiyon bir drama filmi çekiliyor sanki.. Hemde en sahici ve en yetenekli oyuncularla:) oğlum oyun oynuyoruz ya diyorum.. Gidip onları kucaklıyorum.. Sonra filme devam:)) biriniz helikopter olun beni kurtarın, diyorum. 
Sonra bir helikopter gelir.. Pilot ya Deniz'dir ya Taylan.. Eee burayada bir aksiyon koymak lazım.. Pilot halatı sarkıtır, ve ben haltın ucunda sallanarak uçarım.. Bu seferde kollarım yorulur.. Kan ter içinde, düştüm düşecem.. Anne sıkı tutun. derler.. Tutamıyoruuuum, der ve paaat diye suya düşerim.. Tekrar sularda boğuşma.. Boğulmak üzereyim.. Onlar başlar yine ağlamaya.. Ama hiç yere inmiyorlar.. Oranın gerçek deniz olduğuna inanmışlar. Onlar hep koltuğun üzerinde.. Helikopter olduklarındada ordalar.. Kurtarma ekibini arayın iki helikopter gelsin diyorum.. Bunlar ikiside helikopter oluyor.. Ve iki helikopterle beni kurtarıyorlar:)) bu sefer beni kurtarmanın mutluluğu çok büyük oluyor:)) annelerini kurtarmışlar azgın sulardan, az şeymi? Mutlu sonla biterdi bizim aksiyon filmlerimiz, pardon oyunlarımız:)) Bu seferde ben duygusallaşırdım yavrularım beni kurtardı diye:)) Yani hepimiz kaptırırdık oyuna kendimizi.. Evet,  merhamet duygularıda böylece test edilip onaylanırdı:)) 

Dedim ya, şimdi eşşek kadar oldular:) sıra onlarda, bakalım benimle ne oyunlar oynayacaklar? Merhamet duyguları yüksek, onların oyunlarıda benimki kadar masum olur diye tahmin ediyorum.. Hele olmasın, daha torunlar var sırada, yani onların çocukları.. Onlara öyle senaryolar yazarim ve oynarımki, akılları şaşar:)) 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder