Sayfalar

30 Haziran 2013 Pazar

Boğulan boğulana:((


Yaz mevsiminde hemen hemen her haber programında boğulma haberleri mutlaka oluyor.. Gölde, nehirde, Deniz'de serinlemek için suya atlayan cocuklar, yada büyükler.. 
Spiker şöyle bir cümle kurdu. "Biz bu boğulma nedenlerini bir uzmana sorduk"
Bunu öğrenmek için bir uzmana gerek yok, nedeni gayet açık.. Yüzme bilmeyince boğulur insan doğal olarak. Yüzme bilen insanların boğulmaları ancak bir uzmana sorulabilir belki.. İşin teknik yani yani.. 

Spiker bir uzmana nedenini sorduk deyince, dedim nedeni gayet basit, uzman olmaya gerek yok.  Yüzme öğretilecek çocuklara.. Başka çaresi varmı allahaşkına? Gerçekten üzülüyorum ve sinir oluyorum bu "sudan sebeplerden" dolayı ölümlere.. Her anlamda sudan sebepler.. Üç tarafi denizle kaplı bir ülkede yüzme bilmeyen insanların ne kadar çok oldukları ironik değilmi? Avrupa'dan, Amerika'dan örnekler vermeyi hiç sevmem, ama bu sefer vermeden edemeyeceğim.. Deniz'i olmayan Avrupa ülkelerinde herkes yüzmeyi biliyor.. Çünkü ilkokulda yüzme dersleri var. Bu olmazsa olmaz derslerden biri bence.. Çünkü hayat kurtarıyor.. Bir can, bir candır.. 3 çocuk 5 çocuk doğurun demeyi çok iyi biliyor ileri gelenler.. iyi güzelde bu çocukların tesadüfen yaşayabildikleri koşullar düzeltilse daha kaliteli bir yaşam sunulsa ölümler azalsa daha güzel olmazmı? ,
Örnegin okullarda neden yüzme dersi olmaz ki? Kızlarla erkeklerin çıbıldak olmaması içinmi? Onlar çocuk çocuk!!! Tamam böyle bir problem varsa bile o zaman başka çözümler üretilebilir. Kızlara ayrı, eleklere ayrı  yüzme dersleri verilebilir. Her şehire ve kasabaya yüzme havuzları yapılamazmı örneğin? Heryere AVM yapılabiliyor? Burada rant var tabi.. Ama yüzme havuzları yapıldığında insana yatırım o kadar karlı değil değilmi? O zaman ben sizin kamu spotu altında yaptığınız reklamları hiçte kaale almıyorum.. 
Önce insanlara en doğal haklarından biri olan yaşam alanı açın. Dumansız hava sahası de, en ufak bir demokratik hak arayışında gaza dumana boğ.. Dunyanın başka bir yerinde susuzluktan kırılan insanları için yardım kampanyaları yap, ama demokratik haklarını arayana tonlarca su sık.. Bir yangın olsa su bulamazlar ama.. Tıpkı Madımakta yanan insanlara bulamadıkları gibi..
İşlerine geldiği gibi minareye kılıf uyduruyorlar.. Bir sürü kıllar var buna inanan.. Bir gün çocuğu boğulsa sadece dizlerine vurarak dövünür.. Bilmez ki sadece gücü kuvveti olan insanların çocukları özel ders alarak yüzmeyi öğrenir..,
Uzun lafın kısası, yüzme zorunlu bir ders olmalı ilkokullarda. Hiiiiç uzman görüşüne falan hacet yok. Yüzmeyi bilirsin, buna rağmen boğuluyorsan işte o zaman bir uzmana görüşüne danışalabilir ki, yüzmeyi öğrenen kişi bunlarida öğrendiği için gerek bile kalmaz.. 
Yazıktır, günahtır, böylesine basit bir şeyden dolayı çocukların hayatlarının sönmesi.. 

28 Haziran 2013 Cuma

Olurmu olur...

Foto alinti
Sıcak bir yaz..  Üzerimde şile bezi bir elbise.. Başımı güneşten korumak için ninemin iğne oyalı yazmalarından kundak başı yapmışım.. Kundak başını bilmeyen varsa sorsun, yazarım. 

Ön tarafı deniz, arka tarafı dağlık, bahçe içinde evimiz. Bahçede, kiraz, erik, elma ve armut ağaçları var. Arka tarafta zeytin ağaçları.. Renkli tavuklar her gün yumurtluyor.. Onları yemliyoruz  torunlarımızla.  her sabah sepetle yumurta topluyoruz biraz sonraki kahvaltı için.. Ama önce o çilli ve paçalı horozun örtüşüyle uyanıyoruz.. Zaman kavramının önemi olmadığı için saat yok evin hiç bir yerinde.. 
Bahçe kapısı girişinde kırmızı yedi veren gülleri karşılıyor  gelenleri.. laleler, sümbüller, zambaklar ve diğer mevsim çiçekleri. Biri solunca diğeri açıyor. .. Üzüm bağı aynı zamanda tente oluyor . Üzüm salkımları ağzımıza düşecek gibi sarkıyorlar.. Üzerinde arılar uçuşuyor.. Torunlar korkuyor arılardan.. Onlara arıların ne güzel ve ne kadar yaralı canlılar olduğunu anlatıyorum.. İyiki varlar diyorum.. (Arıların azaldığının farkında mısınız) ikna oluyorlar ve korkmuyorlar ne arıdan nede başka hayvanlardan.. Kedimiz ve köpeğimiz arladaşlar zaten.. Evin ön tarafı renga renk çiçekler.. arka bahçeye domates, patates, biber, maydonoz, nane, soğan, sarımsak hatta fasulye var... Akşam üzeri suluyoruz onları yine torunlarla.. hatta çılgın bir babanne olduğum için su hortumunu onların üzerinede tutuyorum.. Sonra onlarda beni ıslatıyor.. Hatta kiraz dalına kurduğumuz salıncağa önce ben biniyorum.. Tıpkı "Çınar ağacı"  filmindeki gibi. ben salıncağa biniyorum, tonlar beni sallıyor.. Hadi ama baban e sıra bizde diyorlar.. bende 100 kadar sayın  sonra sıra sizde derken. ama biz 100 e kadar sayanıyoruzki  dediklerinde, o zaman 200 e kadar sayın evladım diyorum:))

Sonra tavuklar ön bahçeye dalıyor. Kış kış onları kovalıyoruz günde üç kez. Bir şeylere sinirlenmek gerekiyor tabi.. Öyle herşey güllük gülistanlık değil.. Ama siyasi ve politıkacılara kızmıyoruz artık.. Gerçek bir demokrasi partisi iktidarda. Artık her kimse? Herkes memnun hayatından.. Eski siyasiler  akşamları sohbette gülme nedenimiz oluyor.. O neydi diyoruz, 2010 lu yıllarda, ayaklar baş oldu, başlar kıl oldu, kıllar adam oldu diyerek.. Biz sadece tavuklara sinir oluyoruz, yada bağrış çığrış saklanbaç oynayan torunlara az biraz susun artık diyerek..  Sonra iç çekerek şükrediyoruz halimize gülümseyerek...

Kışlık biber ve patlıcan kurutuyoruz. Erişte kesiyoruz..  Tarhana yapıyoruz. Turşuda kuruyoruz.. Acılı turşu hemde. Plastik şişede değil, eskiden olduğu gibi küplerde yapıyoruz turşuları.. Üzerinede bir demet maydonoz küflenmesin diye.. Kekikli zeytinler, sarımsaklı zeytinyağlı kurutulmış domatesler.. 
Mutfak masasının üzerindeki felseğen mis  gibi kokuyor elledikçe..  Sürahide ev yapımı limonata, içinde nane yaprakları ve limon dilimleri.. Yoğurda bakıyorum tutmuşmu diye... O da ne? Kerpiç gibi.. Kaşık zor giriyor.. 

Tel dolaptaki  renk renk reçel kavanozlarına iyiki hayatımın tek rengi değilsiniz  diyerek Oskar Wilde'ye selam gönderiyorum..

TRT'den kazandığım nostaljk radyom gündüz Türk halk müziği, akşamları Türk sanat müziği çalıyor.. Yan komşum aynı zamanda kardeşim... Ara sıra didişiyoruz bizim tavuklar onun bahçesine dadandığı için.. sonra kahkaha ile gülüyoruz.. Akşamları mangal yapıyoruz, kavun, karpuz kesiyoruz, rakı, yada şarap içiyoruz.. Ellerimle ördüğüm dantel perdeler loş sarı ışık önünde çok güzel görünüyorlar.. Masada rüzgara korunaklı mumlar söndü sönecek. . Radyoda  "ömrümüzün son demi, sonbaharıdır artık, maziye bir bakıver, neler neler yaşadık"" şarkısını dinlerken rakı kadehlerini tokuşturuyoruz ve şarkıya eşlik ediyoruz... Öyle mutluyuz ki... Ve herkes öyle mutlu ki... 

Yaz hayalleri kuruyorum.. Hatta sadece yaz için değil, belki bir 10 yıl sonra kalıcı hayatımın hayallerini kuruyorum.. Bir şeyi önce çok istemek lazım.. İnanmak lazım.. Evrende bu mesajı almalı ve tüm gücüyle bu hayalleri gerçekleştirmeye başlamalı..
Olurmu olur..:))
foto alinti

22 Haziran 2013 Cumartesi

Nerde hata yaptım??

Ben çocukları severim.. Hele akıllı çocukları daha çok severim.. Bilenler bilir, premetüre doğmuş ikiz oğullarım var.. Deniz ve Taylan. Premetüre cocuklar ancak iki yaşında normal doğmuş cocuklara göre tamamlıyormuş gelişimlerini.. O dönemlerde her 6 ayda bir kontrole çağırılırdım çocuklarla birlikte. Benimle ayrı konuşurlardı, çocuklarda ayrı bazı testlere tabi tutulurlardı.. Bende bu farkı gerek sevgi ile, gerek ilgi ile, gerek beslenme ile kapatmayı adeta ilke edinmiştim kendime.. Her kontrole gidişimizde güzel haberler almak motive ederdi beni. İlk 6 aydan sonra o fark kapatılmıştı.. Hem fiziksel, hem motor gelişimleri normal bebekler gibi olmuştu.. Erken yürüdüler, konuştular, ve pampersten ayrıldılar.. Çok mantıklı ve güzel konuştuklarını düşündüm hep.. Çünkü onlarla bir büyük gibi konuştum.. Ve hiç yalan söylemedim.. Korkutmadın.. Pencereye ellerımle vurarak bak öcü geliyor hadi uyuyun demedim.. Ben doktora gidiyorum, arkamdan gelirseniz size iğne yaparlar demedim..  Doğru neyse onu söyledim.. Sözümde durdum. Güven duygusu çok gelişmişti. Şimdi yatmanız gerekiyor bile demedim, onlar uyku saati gelince zaten uyudular.. Ayaklarımda sallamadım bile.. İkizlerdi sonuçta.. Hangisini sallayayım.. Anlaşılır ve mantıklı dıaloglarla mutlu bir çocukluk dönemi geçirdik... Gayet akıllı olduklarını düşünüyordum..

Ama bugün anladım ki; hiçte öyle değilmiş.. Benim çocuklarım 3,5 yaşında " dedeciğim, dik dur eğilme, bu millet seninle gurur diyor" diyemezdi.. 

Dik durmayı, gururu, milleti öğretememiştim onlara.. Nasıl anlatacağımıda bilemedim... Biz daha çok çiçeklerle böceklerle, renklerle, oyunlarla meşguldük.. 

Düşünüyorumda çok akıllıca büyüttüğüm çocukları meğer farkında olmadan "çapulcu"yetiştirmişim.. Nerde bir haksızlık var, bir ayaklanma, bir demo, bir protesto onlar orda.. Nerde hata yaptım ki ben? 

Ama beni mutlu eden şu ki; bir g*t kılı olmadılar..

19 Haziran 2013 Çarşamba

#duranadam..


Hani çok basit şeyler bazen daha etkili olur ya... İşte öyle bir şey.. Güzel anlamda basitlik.. Naif, temiz, saf, iyi niyetli bir basitlik.. Hani güzel bir şarkı sözü dinlersiniz, evet ya işte bu dersiniz ya.. (Eskiden bir Sezen Aksu şarkılarında hissederdim bu duyguyu.) Hani güzel bir şiir okursunuzda koca bir kitabı yada hayatı sığdırır ya mısralara... Yada bir kitap okursunuzda alır sizi götürür başka diyarlara..
İşte öyle güzel, öyle naif, öyle saf, öyle temiz, öyle sessiz, ama bir o kadar çığlık çığlığa bir direniş bu #duranadam duruşu, protestosu.. Tebrik ediyorum Erdem Gündüz'ü.. Alkışlıyorum...

Ben orada dursaydım kimse görmezdi beni diyorum dişlerimi sıkarak ve kıskanarak:)))

Herkesin bunu bende yapardım diyeceği, böyle basit ve güzel bir şey bu eylem.. Ama önemli olan onu düşünübelmek ve yapabilmek..
Durmak.. Sadece durmak.. Sessizce.. Ama inançlı ve güçlü bir duruş olmalı.. Yoksa hiç bir şey yapmadan bir şeyi harekete geçirmek fiziğe aykırı.. Burada sanat, düşünce, inanç, güç devreye giriyor.. Birde zaman ve mekan önemli.. İşte bu "duranadam" bunu çok iyi bildi.. Gezi eylemlerinin 21. Gününde, 21. Yüzyıla yakışan süper bir eylem başlattı..
Koreograf ve dansçıymış Erdem Gündüz.. Yani sanatçı..
Atatürkün bir sözü; "Efendiler, hepiniz milletvekili, bakan ve hatta Cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz! Ama sanatçı olamazsınız..!"
Ne kadar doğru söylemiş.. Görüyoruz işte kimlerin milletvekili, bakan, hatta başbakan olduğunu..

Şimdiye kadar yazana, düşünene, konuşana, yürüyene, oynayana, yiyene, içene, heykele, tiyatroya, sinemaya vs herşeye karşı geldin.. Bak şimdi hiç bir şey yapmadan duruyor adam.. Ama hiç bir şey.. Konuşmuyor, yürümüyor, kırmıyor, yakmıyor, yıkmıyor.. Sadece duruyor güçlü bir şekilde.. Bu bile sinir bozucu değilmi sizin için.. Çünkü çaresizsiniz bu duruş karşısında..

Duranadam sadece durarak, sesini sınırlar ötesine taşımış bile.. "der Spiegel" dergisi özel bir sayfa ayırmış..

Teşekkürler duranadam.. Bu duruşun umut veriyor insana..

Fotograf alinti


2 Haziran 2013 Pazar

Bir İstanbul #geziparkı masalı..

Bir varmış bir yokmuş.. Ülkenin birinde bir padişah yasarmış.. Bu padişahın dediği dedik, öttürdüğü düdükmüş.. Her şeyi ben yaparım, gündemi ben belirlerim, kararı ben veririm, uygularım diye meydanlarda bas bas bağırırmış.. Ona buna meydan okur, kafa tutarmış.. Dini kullanarak milletine herşeyi yasaklarmış... Bak beni seversen sana makarna veririm, kömür veririm diye kandırıyormuş halkını.. Ülkenin yarısı onu çok seviyormuş güya.. Kendisi gibi düşünmeyenleri hiç sevmezmiş.. Gıklarını kesermiş hemen.. Beğenmeyen bu ülkeyi terketsin diye restler çekermiş. 
Sanat adına yapılan heykelleri, "ucube bu, derhal yıkıla" diye emirler yağdırırmış.. Tiyatroları kapattırmaya kalkmış.. Kadınlara önce 3 tane sonra yetmez 5 tane doğurun demeye başlamış.. Kürtaji yasaklamaya kalkmış.. Kadınlar direnince vaz geçer gibi olmuş.. Sonra 5 yaşındaki bebeler okula başlayacak demiş.. Eğitimde sürekli değişiklikler yapıyormuş..
Hostesler kısa veya dar etek giymeyecek, kırmızı ruj sürmeyecek gibi gibi emirleri olmuş.. Alkolü yasaklamış, pardon yeni düzenleme getirmiş.. Gece 22 ile 06 arası alkol satışını yasaklamış.. Halkınada diyormuşki; "öte dünyada rabbim bana, eyy TC padişahı tayyeb, halkın için ne yaptın diye sorarsa, ne cevap veririm? Halkı haaa, doğru ya, diyerek herşeyi sineye çekiyormuş.. Velhasıl el atmadığı yer, burnunu sokmadığı delik kalmamış..
Tepkisiz, miskin, uyuşuk bir halkı görünce bu padişah iyice coşmuş..

Gel zaman git zaman, bir gün ne yapayım nasıl gündem yaratayım derken aklına sinsice bir fikir gelmiş..  İstanbul gezi Parkındaki ağaçları keser, pardon söker oraya çok eskiden olduğu gibi bir topçu kışlası yaparım, bir sürüde alışveriş merkezleri kurar kese kese altınlarım olur diyerek avuçlarını ovuşturmuş.. Hemen emri vermiş, ağaçlar kesüle!!!" Zaptiyelerinide dikmiş başına, halktan ayaklanmalar olursa basın gazı diye emirler vermiş.. Ama halkın burnuna kadar gelmiş artık.. Ağaçlara kıymayın efendiler diye dökülmüşler sokaklara.. O miskin halk uyanmış artık.. Duyan gelmiş, duyan gelmiş.. On'lar yüz'ler bin'ler yürümüş.. sonra milyon olmuşlar.. İstanbul dışına taşmış, Ankara, İzmir, Adana, Eskişehir derken Türkiye'yi aşmış.. Herkes bulunduğu şehirde heryer "heryer taksim, her yer direniş" diyerek tek yürek olmuş..
Daha önce hiç böyle bir şey görmeyen padişahın ödü b*kuna karışsada, padişahlığına b*k düşürmek istemiyormuş.. Artık talimat değil, ricada bulunmaya başlamış ama, o kışla oraya kurulacak!! demeye devam etmiş.. Halk ayaklanmış bi kere, dururmu geri? Padişahı devirmişler.. Halk artık kendi kendini yönetmeye başlamış.. Ağaçlar dikmişler her bir yana. Yemyeşil olmuş dört bir yan.. Hala dimdik ayakta olan ağaçlar, bir padişahı devirmenin mutluluğu ile taaa göklere ulaşmış, oksijen vermeye devam etmişler... Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...


Foto: Ayça Ö. Istanbul