Sayfalar

26 Mayıs 2016 Perşembe

Binnaz Abla..


Insan nasıl olurda hayatında sadece üç, dört gün gördüğü bir insanı bu kadar çok sevebilir? 
Geçen sene yaz tatilinde gittiğimde tanımıştım onu.. Annem'e (kayınvalidem demeyi sevmem) bakıyordu. Annem bakıma muhtaç biri oldu iki yılı aşkın bir süredir. Patates böreğini çok sevdiğimi bilem annem, ben geliyorum diye bir tepsi börek yapmıştı. Yorgun ve tombul bedeninin sol yanı, hamur yoğurmaya, yufkalar açmaya yenik düşüp hastalanmıştı. Ev ve hastane arasında mekik dokumuştum o yıl. Şu an evde çok şükür, ama eski sağlığı yok, ve kendine yetirmiyor. 
Ona yardımcı bir abla gelmişti. Herkes ondan çok iyi bahsediyordu. Annemden bir kaç yaş daha gençti, ama dinçti ve çalışkandı. Sevgi doluydu. Zaten annemde yaşlı değil, bedeni yorgundu.. 

Hazal'ın düğünü vardı geçen yıl ağustosta.. Düğün için 3-4 günlüğüne gitmiştik o kasabaya.. Yine gece 3-4 gibi varmıştık eve. Kiraladığımız arabanın farları pencereye vurunca birer birer yandı odaların ışıkları. Hazal ve Eda koşmuştu ilk önümüze.. Onlar iki katlı evin üst katında oturuyorlardı. Ama sadece üst katta değil, alt kattada odalar bir bir yandı. Biz alt kata annemin yanına girdik. Zaten her gidişimizde oraya gider ve bize ait odamızda kalırız. Severim o odayı. Kuzeyde ve serin olur.. Önce annemle kucaklaştık, sonra hep o bahsi geçen Binnaz abla ile. Sıcak bir kucaklaşmaydı. O'da gıyabımızda bizi tanıyordu. Hepimiz o ilk görüşte sanki biz hep tanışıyormuşuz gibiydik. Sanki Binnaz abla hep o evde yaşamıştı. 

Tıpkı eskiden köye gittiğimde ninemin beni karşıladığı gibiydi. Yada tıpkı daha önce annemin evine gittiğim gibiydi. Gızım, dedi bana.. Eşime, oğlum diyordu.. Bizim çocuklara torunları gibi davranıyordu. O sadece annemin yardımcısı değil, bizim annemiz, çoçukların büyükannesi olmuştu. 

Bir gün oturup hayat hikayesini anlatmıştı bana. Kolay değildi yaşadıkları. Çok genç yaşta eşini kaybetmiş, üç çocukla kalmıştı. Yaşadığı zorlukları anlatmıştı. Örgü ve aşçılık yaparak çocuklarını yetiştirdiğini anlatmıştı. Sevgi dolu çocuklarından bahsetmişti. Aslında onun çalışmaya ihtiyacı yoktu. Bir torununu okutmak için çalıştığını söylüyordu. Çok sevdim Binnaz ablayı. 
Aşçılık deneyimi olduğu için, Hazal'ın düğünündeki bütün yemekler onun elinden çıkmıştı. Elinin dokunduğu yemek lezzetli olan bir kadındı. Biz kınadır, düğündür, kuafördür gezerken, Binnaz abla o düğün evini çekip çevirmişti, hiç kimseyi aç bırakmamıştı.. Hayran kalmıştım Binnaz ablaya. İkide birde kucaklıyordum. Oda sevmişti bizi, yoksa bu yaptıkları zorla yapılır gibi değil, sevgi ile yapılırdı ancak. Bizim çocuklar yaptığı bir çorbayı severek içtiklerinde yetmediği için içine dert etmiş, biz dönmeden aynı çorbayı bolca yapmıştı.. Binnaz abla artık bizim babaannemiz gibi olmuştu. Çok saygılıydık biz ona, çünkü bunu hakediyordu.

Sonra rahatsızlandığı için ayrıldı bizden. Onun için üzülüyordum. Çünkü, çok sevmiştim. Çünkü, çok güzel bir kadındı.. Çünkü, çok güzel bir insandı.. Çünkü, çok güzel abla, teyze, anne, babanne, ananne idi. 

Bugün ölüm haberini aldım. Yıllardır tanıdığım bir yakınımı kaybetmiş gibi üzgünüm. Üç günde tanıdığım Binnaz abla hayatımda büyük izler bıraktı. Ben onun, kadın olarak verdiği mücadeleyi sevdim. İnsanlığını sevdim. Sevecenliğini sevdim. Torunu için çalışmasını ve azmini sevdim.. Anlayışını sevdim.. Yeniden görmeyi çok isterdim.. Olmadı. Şimdi Binnaz abla için sadece güzel dileklerim ve dualarım var.. Huzurla uyumasını, ve varsa eğer cennete gitmesini istiyorum. 
Farkliydi Binnaz abla.. 

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Zehraabanın, Fatma Nineyle Buluşması..

Mudurnulu Fatma nineyi biliyor munuz? Bilmiyorsanız gugıla sorun, o size annadivesin. Bıldır (geçen sene) bi cümeertesi günü bazara varınca, gapısını çaldım.. Gapı duvar. Ne kendi va, ne Memed efendi.. Garı-goca nereye gittile bilmen ben. Evinin çiçekli merdivenneni çıkana gada duravadım. Baktım evde yok, gapının önüne masa sandalye atmış, gölgelik yer, orda otdum birez.. İkindi ezanı okunabatı.. Ebdesim va, namazımı gılacan emme, gıble nerde bilemedim ki. Güneş'e baktım evinin ardından batıbatı. Onun tam karşısı olan yerin sağına doğru bir yer buldum 8 rekatlık namazımı gıldım, allah gabul ederse. Tam mamazi bitirdim selamımı verdim, tespih çekeken çıktı gedi Fatmaanım.. Yanında gocası Memet efendi. Son günnede yerdeki garıncadan gıskandığı gocası va ye, pek gorktum benide o Aşa'anımn gibi gıskanır deye. Öne allı güllü de geymedim. Zatı gülmeyi hiç beceremem. Sırat köprüsünü gördünüzde mi gülüyorsunuz derdi anam ırahmetli. Gülecesem bile ağzımı açmadan eliminen ağzımı örte örte gülerin. 

Beni görünce evinin çiçekleri gibi güler yüzünnen garşıladı beni, hinci yokarda allah va.. Memed efendinin yüzüne bile bakmadım utancımdan, gorkumdan. Benide Aşaanım gibi yannış anla deye. 

Hemen bir gayfe yaptı Fatmaanım. Yanınada lokum gondurmuş. Bu Seleddin oğlanı anlattı. Meğer düğünü varımış yakında, hemde Aşaanımla.. Bunları anlatan Fatmaanım, nası mutlu nası hop otuyor hop gakıyo aklım sırrım ermedi. Zatı ben urdayken, unnada terziden gelibatlarımış. Seleddin oğlanınan, Aşaanımın düğününde geyeceği urba'nın provası varımış. İnadına allı yeşilli giyecen deyo. Gıı, helebak, nispet ede gibi, noluyon sen, dedim. Ağır daşı kimse yerinden galdıramaz, hafif daşı insan gıçını silede atıveri, dedim. Emme baktım ben hevaya gonuşuyon. Fatmaanım pek bi mutlu bu düğünden. Bana soransanız, ben acıyon bu Aşaanıma. Neden deseniz? Bu fırıldak Seleddine hiç güvenmeyon, can çıkmadan huy çıkamı hiç? Hep dört ayak üstüne düşüyor bu Seleddin, emme çekirge üç atla beş atla, hadi günümüzde belki yüzelli defa atla. Adam o'maz bu Seleddin. Aşanımın hem gücünü hem ocağını gurudur. Bi umudum va yalınız, "gadının fendi erkeği yendi" derle. Bakam, belkide dize getirir, adam eder Aşaanım bu Seleddini.  Düğüne devet edelerise dürü'mü (hediyemi) giderin bende,  Bi kenerden izlerim olup biteni sizede annadıverim.. Hadi galın sağlıcağınan..

Mudurnu Sivesi ile Yazilmistir

Iste Fatma Ninenin Evi.. Benim Torun gitmis bıldır (geçensene)


21 Mayıs 2016 Cumartesi

Dertleşme saati...

Canım Blog..

Bir Challenge bitince kaldık mı dımdızlak? Yazmayınca ara açılıyor. Hani bakımsız bahçeyi yabancı otlar, açılmayan kapıyı örümcek ağları sarar ya, öyle olmasın istiyorum.

Genelde bu saatlerde "Canım Günaydın" diye başlayan uzunca, ama bazen kısada olsa günlük yazıştığım arkadaşıma mail yazıyor olurdum. Yarın cumartesi. Garip bir şekilde sadece iş günlerinde yazışırız. Sanki sadece iş yerinde okuyor gibi. Yoo, aslında özel mail adresine yazıyorum, istediği zaman okuyabilir ve yazabilir, ama biz böyle alıştık, böyle devam ediyor..

Şubat ayından beri bir İstanbul planım var. Gezme amaçlı değil, diş sağlığım ile alakalı. İmplant yapılması gerekiyor. Buralarda diş sağlığı, sağlık sigortasına girmiyor. Özel sigorta yapılmalı yada masrafları özel ödemeli. Ödenecek gibi olsa, tamam! ama buralarda diş bakımı yapan klinikler o kadar pahalı ki, ya çok sağlam servet,  ya lotto'dan para çıkması, yada kredi çekmen gerekiyor.

Burada yaşayanlar ne yapıyor diyorsunuz? Sistem şöyle, ilkokuldan başlayan mecburi diş kontrolü var her yıl yapılan. Zaten yıllık bakımı çocukluktan beri varsa dişlerde sağlıklı oluyor. Bizim çocukluğumuzda diş fırçalama olayı yoktu, ninem misvak kullanırdı, banada onu öğretmişti. Bir odun parçası ile diş fırçalama yöntemi.. Ne hikmetse değil köydeki bütün yaşlıların, orta yaştaki insanların bile dökülmüş dişleri vardı. Buralarda bakıyorum, yaşlı insanlar hala kendi dişleri ile yaşıyorlar.
İşte benim çocukluğum diş fırçası ve macununun olduğu dönemde geçsede, eğitim, bilinç ve örnek olan biri olmadığı için, sonuç belli. Sonradan öğrendim ben diş sağlığını, önemini. Almanya'da farklı, orada sağlık sigortasına giriyor bakım. O zamanlarda başladım aslında. Buraya geldikten sonrada her yıl  bakımını hep Türkiye'de yaptırdım.
Bir gün Antalya'da Konyaaltı plajında salatanın içinden çıkan bir taş kaplama bir dişimi kırdı.. Sadece salatanın ücretini almamakla kaytardılar. Bende oralı olmadım. Zaman'la sallanmaya başladı diş. Ön dişlerimden biri üstelik. Burada doktora gittim. Zaten doktorun eline düşüverdi dişim. Sonra protez bir diş taktı. Üç ay içinde implant takılacak. Fiyatını söyledi. 5 bin frank bir diş. Ben düşünmek istedim. Çünkü Avrupa yayınlarında sürekli diş klinikleri reklamları dönüyor. Türkiye'liler öğrenmiş Avrupa'da diş sağlığının yüklü bir maliyet olduğunu, hatta reklamları bile, "İsviçre kalitesi ile Türkiye fiyatları" diye dönüyor. Deniz'e düşen yılana sarılıyor.. En son İstanbul'da Dentistanbul kliniğine gitmiştim. Hakkaten güzel, temiz, hijyenik bir klinik. Kontrol yapıldı, dişler temizlendi, implant için iki ay sonra gelin dedi. Fiyat belirlendi. 3000 tl dediler. Burayla kıyaslandığımda evet, daha ucuz. Ucuz kelimesi bana basit gelir hep. Uygun ve hesaplı demek, sanırım daha doğru olur..
Konu konuyu açmadan, dağıtmayayım. İşte bu iki ay oldu artı onbir ay.. İyi dayandı hakkaten, ee, İsviçre kalitesi:)) İsviçre kalitesininde bir sonu var.. Sona geldiğini hissetiyorum artık. Hem kendisi hem komşu dişi sallanıyor. Üstelik sıcağa, soğuğa hassas.. Ara ara ağrıyor. Allahtan kısa sürüyor. Yoksa o ağrı'yla yaşanmaz. Benim şimdiki korkum, bunca beklemek lehime işledi. O kadar uzun bir süre ki, bu sürede içinde doğada bir çok şey oldu.. Yaz geçti, Yapraklar döküldü, kış geçti, yeniden canlandı doğa. Ölenler oldu.. Doğan'lar oldu. Doğacaklar var. Yaşayan herşey değişirken benim dişetim aynı mı kaldı? Elbette kalmadı. Ben böyle beklerken daha büyük hasara yol açtığını düşünüyorum.. Bunu bile isteye yapmadım elbette, yok şunu organize et, yok bunu bekle.. Bunları beklerken, sağlık bir dönem geliyor, ve diyor ki; artık yeter, madem sen sen organize edemiyorsun, o zaman ben müdahale edeceğim. İşte öyle bir dönemdeyim. İnsan plan yaparken, Tanrı gülermiş ya, o misal oldu benim ki. Güzel planlarım vardı. Buradaki işleri ayarlayıp şöyle 1-2 ay Türkiye'de kalmayı planlıyordum. Hem dişim için, hem annem için.. Eşimin annesi bakıma muhtaç. Bu ilkbahar aylarında gitmeyi çok istiyordum, çünkü toprağın en verimli halini bir şeyler ekerek yaşamakta istiyordum. Hatta pazardan civciv alıp beslemek istiyordum. Şöyle renkli olanlarından.. Biride horoz olsun istiyordum. Kırmızı ibiği, siyah tüyleri, kırmızı kanatları ve kuyruğu olsun istiyordum. Sabahları ötsün istiyordum.. Çocukluğumdan kalma bu bildiklerimin, bilemediğim yerlerde anneme danışıp, onuda hayata katmak istiyordum. Bu birazda benim gelecekte yaşamak istediğim yaşama staj gibi bir şey olacaktı. Yani hem bana hem anneme iyi gelecekti. 

Ama yaşadığımız hayat çemberi izin vermedi bir türlü. İçine sarmış sarmalamış dönüyor etrafımızda hulahop gibi. Bizde onu düşürmemek için sallıyoruz bedenimizi.. Düşüyor yeniden çıkıyor, düşüyor hop yeniden çıkıyor, bakalım bu sefer nasıl çıkaracağız onu belimize, ve yeniden o ahenki yakalayacağız? 

Hayatı normalde hiç takmam.. O beni taksın modundayım.. Ne olursa olsun, benden daha önemli değildir. Olmuyor işte her zaman.. Evet, ben önemliyim.. Önemliyim de; Beni önemli kılan diğer yaşam koşullarını nereye koyacağımı bilmiyorum.. Abimin doğum günü bugün. Yarın büyük bir kutlama yapacaklar.. "İsviçre geliyor değil mi" diye mesaj gönderdi. Biz ki, sırf böyle şeyler için buluşan kişileriz. "Hayat "artık" hep bize güzel" der gibi yaşadık.. Burada den den işaretiyle iç içe geçen "artık" kelimesi şurdan gelir; yani sanki hayata olan borcumuzun fazlasını ödemişizde, bize geri ödüyor gibi düşünerek yaşadık hep. Ama, gel gör ki ben/ biz gidemiyoruz.. 650 km yol. Bizim gençlerin sınav haftasıymış.. Eşimin işi başını aşmış. Ben yalnız gitmek istemem.. Dedim ya, hayat bir çemberin içine almış bizi.. Çıkamıyoruz dışına.. 
Bunada, olsun be diyorum, her zaman yaptığım gibi. Hayat bana varana kadar öyle çok kişiye borçlu ki. Ben kimim ki; diyerek çekiliyorum köşeme. İzliyorum, olup bitenleri. 

Dünyaya bakmaya çalışıyorum.. Küçülüyor o zaman dertlerim.. Minicik kalıyor. Gözümü Türkiye'ye çevirdiğimde hepten şaşırıyorum. 

İpte bir cambaz ha oynuyor de oynuyor. Herkes gözünü dikmiş onu izliyor. Sevsede izliyor, sevmesede.. 

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Challenge 26,27,28,29 ve 30..


26. Ziyaret etmek istediğiniz 10 yeri sıralayabilir misiniz?


    1- Cuba 
    2- Venedig 
    3- Mardin, Urfa, Hatay
    4- Bosna-Hersek 
    5- Cezayir, Fas 
    6- Güney Afrika ülkeleri 
    7- Güney Amerika ülkeleri
    8- Matterhorn, Zermat

    Ay yeter, şiştim. Zaten bunların bir çoğu gitmek istediğim yer olarak kalacak, onuda biliyorum.  Bu yazdıklarımdan en uzak olan Cuba belki gerçekleşir. Diğer yakın yerler daha mümkün gibi görünüyor. 2 ve 8 en yakın plan olabilir. Ben gezerken keyif almalıyım. Yalnız gitmek istemem bu saydığım yerlere. "Aslında kafa nereye biz oraya" modunda arkadaşlarla olursa cehennemin dibi bile olur.. 

    27. Dağınık mısınızdır yoksa düzenli mi?

    Çok derli topluyum, "yerlere bal dök yala" derler ya, işte ben o türdenim demeyi isterdim. Yok o ben değilim! O benim kardeşim. Ben bildiğin dağınığım, sadece o geleceği zaman ve misafir gelecekse derler toplarım biraz. Ben sadece  mutfağı, wc ve banyoyu temiz tutarım. Birde çamaşırlar temiz ve ütülü olmalı. Havlularla yüzümü silerken güzel kokmalı. Nevresimler temiz kokmalı. Ama yatak odasında üç gün önce çıkardığım etek, pantolon, bluz, sağda solda durabilir, bundan rahatsız olmam. Çamaşır ve çorapları hemen kaldırır çamaşır sepetine atarım. Ama çocukların odası dağınıksa kükrerim. Ben kükrerim, onlar yine yapmaz. Bu Çelınc ne var ne yok döktü ortaya:)  

    28. En sevdiğiniz 3 müzik grubu hangisi?

    Öyle ahım şahım sevdiğim bir müzik grubu yok. Grup sevmiyorum ben.. (Pisliğin alemi yok, ne düşündüğünü biliyorum:) ) ben solo müzik seviyorum. Kardeş Türküler konserine gitmiştim. Onlara hayran kalmıştım. Hakkaten isimlerinin hakkının vermişler. Bütün grubun güçlü sesi var, ve her dilden türküler.. Sezen'den bile iyiydiler.. Bu arada Sezen sendromu çoktan geçti. Hala soranlar var, onlara cevaben. Sezen de kim? :)) 


    29. Korkularınızdan bahseder misiniz?

    Korkular.. Gökgürültüsü ve şimşek çakmasından çok korkarım. Balkonda oturamam. Güçlü bir şimşek çıktığında bedenim ani bir refleksle kendini tırsarak ve pusarsak geri çeker. 

    Hayvanlardan korkmam, sadece bazılarından tiksinirim. 

    Doğayı çok severim, ama gücünden korkarım. Doğal afetlerden korkarım. Hani deniz ve orman çok güzel görünür ya gündüz, gece karanlığında bi kadar ürkütücü gelir. 

    Silahtan korkarım. Elimde bile tutamam. Çok soğuk gelir. 


    30. Neden blog yazmaya başladınız? Blog isminiz bir hikayesi var mi?

    Yazmayı çok seviyorum. Günlüklerim var benim 1988 lerden 1998 lere kadar. Sonra Facebook ta, notlarım diye bir şey vardı. Oralara yazardım. Yakın çevrem bana yazmam konusunda ısrar etti. Yazılarımın ruhu olduğunu söylediler. Kimi dedi, kısa hikayeler yazmalısın, kimi dedi blog açmalısın. Blog ne olaki dedim. Anooo, bir bakarım ki, blog yazarları zaten almış başını gitmiş. Ben 2012 yılında başladım yazmaya. Kendi kendime yazıyorum işte bir şeyler. Orada kalıcı olması belki torunlarımın torunlarıda okur diye. Örneğin ben, ninemin günlüğü'nü çok okumak isterdim. Tamamen kişisel bir blog. Ha o bana yazmalısın diyenler var ya, hiiiiç yorum bile yazmazlar yazılarıma. Yorumlar aslında motive ediyor, yalan yok. O bir ölçek gibi. Çünkü,ben artık çekmeceme koyduğum deftere yazmıyorum. Açıktan yazıyorum. Sonra dedim ki kendi kendime, sen bunları kendin için yazmıyor musun? Evet! Ee o zaman?  O yüzden rahatım. 

    Blog ismimin hikayesi yok,ama beni yansıtan bir şey olsun istedim. Ben gece aktifim. Bütün güzel fikirlerim gece çıkar meydana. Yazılarımı gece yazarım.. Daha üretkenimdir. Gece çok daha özgür hissederim kendimi. Önce "gece kuşu" olsun istedim blog adımın. Sonra bana "akşam sefası" da derlerdi. Akşam sefası çiçeğinide çok severim. Ben gibi akşam açarlar.. Sanki cuk oturdu bu blog adı bana. Seviyorum. 

    Böylece, ilk kez bir challenge yaptım. Bazen günlük, çoğu zaman topluca. Güzeldi. Bir hareket geldi blog alemine. Bazı yakın hissettiğim bloggerleri tanıdım ve takibe aldım. Teşekkür ediyorum Saçakli'ya 


    Teşekkürler Blog arkadaşlarima,
    ve bu challenge ba
    şlatan Saçakliya..

    8 Mayıs 2016 Pazar

    Annem'e Üçüncü Mektubum..

    Cocukluguma ait ilk ve tek fotografimiz seninle.. öyle kiymetli ki.. 

    Anne..  

    Alıştım ben anneler gününde sana mektup yazmaya.. Galiba bu sana yazdığım üçüncü mektup. Ve hala eğreti duruyor ağzımda "Anne" kelimesi.. Yeterince söyleyememenin beceriksizliği bu. 

    Biliyor musun Anne? Ben eşimin annesini anlatırken bile "kayınvalidem" demem hiç, Annem diye bahsederim, sırf daha fazla söylersem belki eğreti durmaz ağzımda diye.  Ama olmuyor, o yılların eksikliği kapanmıyor.. Hep eğreti, hep eğreti.. Neyseki ağzıma eğreti gelen bu kelime, kulaklarıma çok aşina..  Hala duymakta olduğum bana "anne" diyen seslere şükürler olsun. 

    Anne, bak ne sorcam? Biz bir ara ruh çağırırdık. İlk çağrımız hep sana olurdu. Ama gelmezdin? Gelsende pek nazlı olurdun, gitmek istediğini söylerdin, neden? Biz belki o sanal seanslarda bile olsa, anne, diye başlayacaktık sorularımıza. Sadece bir fincana bakıp "anne" dedik aylarca. Belki yıllarca.. Hiç istemedin sen. Sonra rahat bıraktık seni biliyorsun. Ama, el insaf be annem, insan bari rüyalara gelir, sen onuda yapmıyorsun? Hani erkek olsan, onlara huriler falan veriliyormuş diye duyduydum. Ama sen kadınsın be annem, kadınlara ne bu dünyada, ne senin gittiğin yerde rahat yok gibi. "Cennet anaların ayağı altında" diye kandırıyorlar bizi.  Öyle değil mi ama? Ne demek ki bu? O zaman her ana cennetlik. Sen bilmiyorsun, Berkin diye bir çocuk vardı, senin yanına geldi, belki görmüşsündür, işte onun anasını ağlattılar burada. Yuhalattılar.. Analar ağlamasın diye geldilerdi bunlar. Ama ağlatmadıkları ana kalmadı. Sen bari söyle, hakkaten cennet ayağının altında mı? Cennetlik erkeklere huriler var diyorlar, cennetlik kadınlara Nuri'ler yok mu? Bunlardan bahsetsene.. Buralarda hiç gözün yok tamam. Rüyalarıma bile gelmeye üşenen sen, napıyorsun orda allasen? O kadar mı güzel oralar? Yoksa bir Sabri'yi terkedip Nuri'yi mi buldun? 

    Madem sen gelmiyorsun, ben sana buralardan haber vereyim.. 

    Dinle, 1 ay sonra bir torunun daha olacak. Erkek torun. Gerçi senin için hiç önemli değildiki, kız mı erkek mi? Ama bil istedim işte. Hani senin eteğini bırakmayan kara bir kızın vardı ya, işte onun. Sen gittikten sonra senin adını koluna yazdırdı, sen bilmiyorsun. İşte arada bir gelsen rüyalarımıza bilirdin. 

    Abim iyi.. İyi dediysem, iki yıldır belim diyor, hatta biraz yamuk yürüyor.. Ama inadım inat diyor, ikinci kez bir fıtık ameliyatı olmayı reddediyor. Depremle yaşamaya alışmak gibi, oda bel ağrıları ile yaşamaya alışmış gibi görünüyor. 

    En küçük oğlun, hatırlıyorsan sen gittiğinde 7 günlüktü. Şimdi ise 12'775 günlük olmuş. Üşenmedim, hesap ettim.. Hele o "anne" kelimesini hiç telafuz edemiyor. Hadi bende eğreti gibi görünüyor ya, onun ağzında hepten yalan oluyor. Annesizliğin girdabından çıkamadı bir türlü. Sanırım hepimizden daha çok o özlüyor seni. Ve hiç tanımadığı halde ennnn ama en çok, bizden bile çok sevdiğini iddia ediyor. Öyledir. Anne sevgisi neyle ölçülür ki? O ölçü biriminin adı ne ki? 

    Şimdi tamamen totomdan atıyorum, ve bir ölçek buluyorum. Hisler ve Terazi= HisTer
    Evet, HisTer ölçeğine koysak anne özlemini hangimizinki ağır basar inan bilmiyorum, anne.. Eminim her birimiz benimki daha ağır basıyor, der.  Emin olduğum tek şey, o en küçük oğlumun sana daha çok ihtiyacı olduğu.. Belki o yüzden onum sevgisi biraz daha gelebilir.. Sensizliğin kayıplarınıda eklerse o kefeye zaten pat diye düşer onun kefesi. O yüzden, ben daha çok seviyordum diye iddiaya girmem onunla. Bizimki zaten sevgi yarışı.. 

    Benden haber verecek olursam? İyiyim ben. En son Sezen konserine gittim. Son konseriymiş. Ama en en en sonuncusu. Bir daha sahneye çıkmayacakmış.. Beni o akşam pek üzdü be anne. Ama geçti artık.  Ben onun şu şarkısını çok severdim. 70 li yıllarda, belkide ilk şarkısıydı, "kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı, bitsin artık bu hasret buluşalım gayrı" Sen Almanya'ya gittikten iki, üç yıl sonra çıkmıştı bu şarkı. Belki bir sevgiliye yazılmıştı. Ama o dönem bir sevgilim olmadığı için, sen gelirdin aklıma hep.
    Eee, '79 da buluştuk biz nihayet.. Hemde Almanya'da. Ama bir yıl sonra yine terkettin bizi.. Neden bizden hep kaçtın ki sen, diyesim var, ama demeyeceğim. Sen istemeden oldu bütün bunlar, biliyorum.. 

    Bilmiyorum, babamdan haber almak ister misin? İnan bende bilmiyorum. Hala aynı durumlar. Bilmiyorum, kaç yıl oldu görüşmeyeli.. Ben diyeyim 18, sen, de 20, işte o cıvarda bir şey. İyidir herhalde.. Senin yanına gelmediğini biliyorum ama. Hadi senin elin mahkumdu, terkettin.. O hala bizimle aynı dünyanı paylaşırken neden terketti bizi, hiç bir bilgim yok!! Bildiğim tek şey, onun bizi terkedişinin, senin kadar ağır gelmediği. 

    Yaşlanmıştır herhalde oda artık. Ama istikrarlı bir şekilde kendi hayatını yaşıyor ya, buda takdire şayan, hani. Artık ona ihtiyacımız yok bizim. Onunda bize yoksa, o zaman herkes mutlu mesut yaşasın. Zaten bir zahmet bize ihtiyacı olmasın.. Onda olmayan acıma ve vicdan duygusu, bizde yüksek olduğu için mutsuz olurduk yoksa. Yada olurdum.. Diğer kardeşlerim sanki biraz daha farklı düşünüyorlar. Onlar adına konuşmayım şimdi. 

    Böyle işte be anacığım buralardan haberler. Hem güzel, hem çirkin diyemeyeceğim. Dünya hepten çirkin oldu. Kafanı nereye çevirirsen çevir, savaş, kan, kin, nefret.. Saygı, sevgi, anlayış, hoşgörü, hakketire. 
    Hele biri var varki başımızda, mütemadiyen TV lerden giriyor evimize, hatta yatak odamıza, hergün azarlıyor bizi. Bunu o zalım babam bile yapmamışken onun yapması koyuyor be anam. 

    Bilmiyorum, ölenlerin ardından neden ağlıyoruz? Ölene ağladığımızı sanıyoruz, belkide kendimize ağlıyoruz ama farkında değiliz.. Bak sen gittin.. Biz uğraşıyoruz buralarda.. Oralar güzel mi? Bari bu üçüncü mektubuma cevaben gel rüyama.. Nolur sanki gelsen, ölür müsün? 

    7 Mayıs 2016 Cumartesi

    Kör Topal, Challenge devam.. 21, 22, 23, 24, 25.


    Challenge herkes kör topal devam ediyor bir şekilde. Top yekün birden bitiren iki kişi gördüm. Onun dışında günlük devam edenler bile fire verdi. Ama bitirmeye gayret edenlerdenim. Aslında güzel.. Herkes istediği zaman ve istediği gibi yazabiliyor.. 21. Güne gelmişiz ve geçmişiz bile. 5 soruya cevaplarım.. 

    21. Sizi güldüren 5 kelime ya da söz öbeğini listeler misiniz? 
    Tabi ki; 😀
    1)
    Yıllar önce teyzemle bir diyaloğumuz:
    Bir gün teyzemdeyim. Balkonda oturuyoruz. Eniştem falanda var. İşte sohbet ediyoruz.  
    Teyzem: Bakele, hani bir E. Vardı, o napıyo? ben çok sevdiydim o kadını. 

    Ben: şu aralar pek iyi değil.. 

    Teyzem: niye gızz?

    Ben: eşinin romantik olmayışı, elele yürümemesi gibi şeyler üzüyor onu.. 

    Teyzem, löyle bir burun kıvırdı, göz bebeklerini yukarı çevirdi, yanında oturan kocasına dönerek dedi ki; Y. Versene elini!.. Verdi eniştem elini.. " aha tuttum elini, ne var elinde, sıçtum eline" dedi.. 
    Bu olay belki 20 yılı aştı, ama çok hala güleriz. Bunu Laz şivesi ve mimiklerle anlatınca elbette çok daha komik oluyor. 

    2) önemli bir şey anlatırsın, anlatırsın, karşındaki durur durur der ki; "ne deyysıın?" Çok gülerim.. 

    3) " bok üzerinden sineği kaldıramaz" deyimine gülerim. Bizim oralarda beceriksiz insanlar için söylenir.. 

    4) 
    Biri diğerine telefon açar, yanlış olmuştur. Açan kişi "gapat gapat" der ya, buna çok gülerim. Sanki kendi kapatamıyor:))

    5) yıllar önce bir karikatür görmüştüm, hiç unutamam. Ve hep gülerim. Şu; iki kara çarşaflı kadın karşılaşır, birinin sadece gözleri açık, diğerinin gözleri ve burnu. Sadece gözleri açık olan, diğerine der ki; Ooo, Fatma! Bakıyorum yazı getirmişsin!😂
    Daha bir sürü varda, 5 le sınırlandırmak gerek. En çok kızkardeşim Serpil'le gülerim. O bizim guldürük makinamız:) ne zaman buraya gelse karın kaslarım gelişirdi gülmekten, yemin ederim.. Onun beni güldürdüğü bir gece erken doğuma gitmişim ben gülmekten!  Sen ne diyon?  Öyle böyle değil. Gülmek bizim işimiz, ağlamayıda iyi biliriz gerçi. O bir damla hep akmak üzere hazırdır zaten.  Belkide soytarılığımız oradan geliyor, o yaş akmasın diye!! Ama ne yaparsan yap, akacağı zaman akıyor. Hani bir deyim var, ilk soruya dahil olabilir, " ne kadar sallarsan salla, dona düşer son damla" ne kadar komik görünsede aslında acıklıdır.:) evet ben bir sidik damlasına bile acıyan biriyim😀 


    22. Sahip olduğunuz en kıymetli şey nedir? Neden kıymetli?

    Şöyle bir düşünüyorsun bu soru karşısında. Farklı yaş gruplarının farklı cevapları olabilir bu soruya. Ergen olaydım cevabım farklı olurdu. Ee şimdi olgun bir yaş için en önemli şey tabiki sağlığım. Evet, klişe.. Ama geniş düşündüğünde o kadar önemli ki.. Sağlık olmadan ne kadar kaliteli yaşayabilirsin ki? Çok paran olsa bile! 
    Sahip olduğum en değerli şey, çocuklarım diyeceğim ama onlarda artık benim değil, evrenin. Kocam mı? Saçma. Nasıl bu benim diyebilirim ki? Herkes kendinin. Bu yüzden bana ait ne var, düşünüyorum? Hiç bir şey gelmiyor aklıma kendimden başka. Ve ben kendimin sahibiyim.. O yüzdem kıymetliyim.. Kendimi severim, bazen itin götünede sokarım, o başka. 

    23. Yaparken heyecan duyduğunuz bir şeyden bahseder misiniz?

    Yaparken heyacan duyduğum şey?? Hmm en son Sezen konserinde heyecanlanmıştım, biliyorsunuz:) bayada abartmıştım!! 
    Ama bugün aklıma şu geldi, biz bir ara ruh çağırmaya başlamıştık. O dönem neredeyse her akşam yapıyorduk bunu. Hiç inanmadığımız bir şeyi yapıp, ve o fincanın harflere gidişini gözlemlemek beni çok heyecanlandırırdı. En çokta kimin ruhunu çağırırdık biliyor musunuz? Deniz Gezmiş'i. Hemen gelirdi. Nerden anlardık? Yakınlarımızı çağırdığımızda fincan çok ağır hareket ederdi, ne zaman Deniz Gezmiş'i çağırsak, sanki bizi bekliyor gibi hızlı hızlı giderdi harflere. Bazen okumakta zorlandık. Çok heyecanlıydı o günler. Her gece sabahlara kadar yapardık bunu. Bir bardak çay isterdi bizden. Ama içemezsin ki, derdik.. Olsun, sembolik olarak dursun derdi. O masada bir bardak çay hep onun için dururdu. Ne günlerdi be?  Yıllar oldu böyle bir şey yapmayalı.. Hakkaten çok heyecanlı oluyordu, o ruhu çağırma hali.. Birazda komik. Sanki hastanede bir doktoru çağırır gibi, " sayın Dr. Bilmemne, lütfen dahiliye, sayın Dr. Bilmemne!!  gibi,"ruhlar aleminden Deniz Gezmiş, ruhlar aleminden Deniz Gezmiş, lütfen gelir misin, geldiysen, evet'e gidermisin?  Diye tekrarlıyorduk ya, o anda bir gülme krizi.. Ve bir anda fincan hareket ediyor ya, nasıl bir ciddiyet, nasıl bir korku çöküyor omuzlara, sonra sohbetle rahatlıyorsun biraz. Çok heyecanlıydı.. Ama bu ruhlar alemini hala çözebilmiş değilim!! O bir enerji ama, hangi enerji? Dinle alakası yok. Beyin gücü ile alakalı. Biz bu beyin gücümüzünden pek yararlanamadık ruh çağırmaktan başka.. 


      24. Şuan okumakta olduğunuz ya da son okuduğunuz kitap nedir?

      İtiraf edeyim, ben bir kitap kurdu değilim. Ama sürekli bir şeyler okurum, ama dile getirecek kadar okumam, maalesef!! Ben daha çok film izlerim. 
      En son okuduğum kitap, arkadaşımın Türkiye'den gelirken getirdiği kitap, "Kırmızı Saçlı Kadın". Şimdilerde ise, yeniden "Mudurnulu Fatma Ninen'nin Günlüğü'nü  okuyorum. Mudurnu şivesini çok seviyorum, zaten Mudurnu'luyum, o şiveye uzak kalmamak adına yeniden okuyorum. 
      Yanibasimim fotografi.. radyo caliyor bi taraftan..
      dinliyorum diger taraftan..
      yaziyorum bu taraftan, okuyorum su taraftan.. 

      25. Favori Disney karakteriniz hangisi? Neden? 

      Benim böyle bir karakterim hiç olmadı. Benim çocukluğumda yoktuki evde tv. Radyo vardı sadece. Orada müzik dışında arkası yarınları veya radyo tiyatrolarını dinlerdim.Sonradan gördüm bu Disney karakterlerini.  Severek izlediğim Tom ve Jerry vardı. Bilmiyorum bunlar Disney karakteri mi?  
      Heidi, Arı Maja, Wicki' idi severek izlediklerim. Çocuklarımın çocukluğunda tekrar onlarla izlemek beni çok mutlu ederdi. Ay bunları yazarken, sanırsın 109 yaşında bir nine gibi hissettim kendimi.. Bu ne ayol? Ben hala Simpson'ları büyük keyifle izleyen biriyim. Diğer soru neydi? Hızımı alamayacağım, geriden geldiğim çelıncı bile bitirebilirim şu an!! 

      Hmmm, diğer sorulara baktım.. Güzel şeyler var. Belki onlarıda bir beş soru halinde çıkarırım. Yada günlük yazarım, bilemiyorum. Ama madem başladım, bitirmem gerek. 

      Radyoda hangi türkü çalıyor şu an? "
      Yüce dağ başında yanar bir ışık, düşmüşem derdine olmuşum aşık. Ağ buğday benizli Zülfü dolaşık, 
      Dividim, kalemim, yazarım...
      ...  
      Aha ben gidiyom, sen hemen ağla, dön ağla, yan ağla... Diyor.. Ve ben hayallere dalıyorum. 

      Diğer sorularda görüşmek üzere.. 

      5 Mayıs 2016 Perşembe

      Challenge 19-20, Gezmek, görmek istedigim yerler..


          Sezen konserinden sonra toparlanmam bir gün sürdü. Bu bile çok uzun.. Neyse kendime geldim. Bundan sonra bir ünlüye değil elimi, kılımı bile kıpırdatmam. Zaten yapmadığım bir şeydide, bakma oyuna geldim😀  Hepsi uzaktan güzel.. Sanatçı zaten uzakta olmalı. O akşam dile getirdi zaten bunu, dedi ki; "sanatçı yerini bilmeli, ne dediğine dikkat etmeli,  ama bu benim hiç umrumda olmadı. Benim elimi hep sırtınızda hissedin istiyorum, sizde beni hep bağrınıza basın, kucaklayın istiyorum" hep yalan😀 o akşam bende bunu isterken kalkıp gittin.. Meğer ben bunu çok ciddiye almışım. O mecazi anlamda söylemiş.. Neyse geçti artık.. Nerde bir adı geçse veya bir şarkısını duysam o son konseri ve elindeki o bir parça ekmeği gelecek artık aklıma.. Gelelim meydan okuma sorularına.. Madem başladım, getirecez artık sonunu. 19. soru:

      19. Satın aldığınız son giyisilerle birlikte bir fotoğrafınızı paylaşır mısınız?

      En son ne zaman bir şey satın aldım, hatırlamıyorum. En son şunu almıştım diye bir fotoğrafda ejlemek istemiyorum.  Değil çılgınlar gibi alış veriş tutkunu, normal alış veriş yapan biri bile değilim ben. Bir AVM düşmanıyım.. Oralarda boğuluyor hissine kapılıyorum.. Ben sokaklarda dolaşmayı seven, çarşıda pazarda tesadüfen gördüğüm bir şeyi beğenirsem girer alır çıkarım.

      20. Günün birinde nereyi ziyaret etmek ya da nerede yaşamak isterdiniz?

      Yaşadığım şehri çok seviyorum. İsviçre hep gezmek için gitmek istediğim bir yerdi, ama yaşadığım yer oldu.. Önce çok sakin geldi. Sonra alıştım bu sakinliğe. Yani yaşamak istediğim yerdeyim. Nereyi görmek istediğime gelince, hep bir Cuba özlemi var bende. Hatta perşembe kadınlari her hafta tatil kasası için biriktirdiğimiz parayla Cuba tatili düşünüyoruz bakalım.. Yakın yer olarak Venedig var planda görmek istediğim.. İsviçre'deki Matterhorn dağını yakından görüp fotoğraflamayı çok istiyorum. Oraya giden Glacierexpress treni var. Üstü camla kaplı, kar yağışını hem pencereden, hem trenin tavanından izleyerek, Alp dağlarının arasında, viyadüklerden, köprülerden kıvrılarak giden bir kırmızı masal treni. İşte o trende sevdiğim insanlarla şarap içerek, etrafı izleyerek, fotoğraflayarak yol almayı çok isterim mesela.. Bana keyif veren herşey güzeldir. Keyifli olmak için illa dünyanın bi diğer ucuna gitmem gerekmiyor. Keyifli ise yanıbaşımda bir yerde olur, cehennemin dibide olur.. Mardin'e gitmek isterim. Urfa'ya gitmek isterim. Birde Doğu Ekspresi ile Kars'a kadar gitmek isterim. Ha birde Trans-Sibirya var. Rusya'dan Çin'e sonra Japonya Deniz'ine uzanan. Bunuda yapmak isterim. Ama sevdiğim insanlarla olmalı bunlar. Olursa bunlar süper olur. Olmazsa Türkiye her zaman opsiyon zaten. Köyümde yada herhangi bir yerde bir bahçe sularken, salatalık koparıp, akan suda yıkayıp, başparmağımla temizleyip, dişlerimle çatırt diye kafasını koparmak gibisi var mı? Damakta bir burukluk oluşur hani. İşte bu buradaki Migroslardan aldığımız hıyarlarda yok. Özlediğim yerleri ve şeyleri seviyorum. Yani bu burnumun dibindeki yerler ve şeylerde olabilir görmek ve yaşamak istediğim. 
      Glacierexpress.. Foto alinti.. ama ben cekmek istiyorum..
      Glacierexpress foto alinti. iste bütün bunlari ben cekmek istiyorum..

      Baharda Glacierexpress.. foto alinti..

      Iste Isvicrenin simge dagi, Matterhorn..
       Hedefim bu dagi kadrajima sokmak. Foto alinti.

      Bir sonraki soru beni güldüren şeyler miş. Ooo gülmek!!! En güzel şey.! Aslında o soruyada cevablarım var. Ama uzun olacak. O zaman tadında bırakayım.
      Yarın buralar dini bayram, dolayısı ile tatiliz. Mayıs ayında her hafta bir tatil günü var neredeyse Avrupa'da. En sevilen ay. Akşam "Er ist wieder da" filmini izledim. Konu Hitler. Hitler ve gülmek, hiç yakışıyor mu birbirine?. Ama yaşanan yüzyıla uyanan bir Hitler olunca gülebiliyorsun. Detayları iyi işlemişler. Düşündürüyorda bir taraftan. Film içinde film gibi bir şey. Biraz belgesel gibi, ama değil. Ben sevdim. Güzel bir filmdi. Arkadaşım Antonella kitabını okumuş, okurken sesli güldüğünü söyledi. Ben okumadım, ama filmi de güzeldi. Bir sonraki meydan okuma sorusunda görüşmek üzere.. 

      2 Mayıs 2016 Pazartesi

      İlk Konser Sezen'di.. Son Konser Yine Sezen. Gün (18)

      Sezen Aksu, Veda Konseri Zürich, 30.04.2016
      18. Katıldığınız ilk konser hangisiydi?

      Tamda bu meydan okuma sorusuna bir cevap gibi olacak. İlk gittiğim konser yine ya bir Sezen Aksu yada Grup Yorum konseriydi, tam olarak hatırlamıyorum.. Son gittiğim konseri yazacağım ben. Hangi duygularla gittim, hangi duygularla döndüm, hala hangi duygular içindeyim? Bir bir dökeyim içimi. 

      İki ay önce falandı. Sezen Aksu Veda Konserleri Avrupa turu için 30 Nisan 2016 da
      olacağını söyledi eşim. İkide bilet ayırtmış. Ama ben gelmem, sen gidersin deyince kiminle gideyim diye düşündüm. Konsere yalnız gidilir mi? Bizim gençler bir Sezen fanatiği değiller, bizim kızlar hep uzakta zaten.  Yalnızda gitmek istendiğim için biletleri iptal etmesini rica ettim eşime. İşte o ara bizim uzaktaki kızlarla bu konuyu anlatınca bana dediler ki; "ne demek gitmiyorsun, hemde VİP bilet.. Hani hep bir Sezen'le tanışma hayalin vardı senin, işte o zaman bu zaman, ne yap et git o konsere dediler" Antonella ile git dediler, Türkiye'nin Madonnası dersin, dediler, beni tekrar gaza getirdiler. Bütün suç onların, evet 😀bak şimdi yazarken suçluyu buldum..  Sonra ben tekrar eşime bilet almasını söyledim. 

      Dün, o gün geldi çattı.. Üstelik eşimide ikna ettim. Yağmurlu bir günde güle oynaya gidiyorum. Videolar çekip gönderiyorum bizimkilere. Konser salonuna bir saat önceden vardık. Restoran bölümünde biralarımızı içtik. Ben, olurda Sezen'le bir tanışma fırsatım doğarsa, elim ayağıma, sikim taşağıma dolaşmasın (ne ayıp dimi, ama deyimin ayıbı olmaz) diye bir nevi rahatlama idi. 
      Tabiki tanışmak isteyen binlerce insandan sadece biriyim.. Hiç bir özelliğim yok. Sadece  firmamızın bu organizasyona sponsor olduğu için hani belki diyerekten, içten içe yoksa hayallerim gerçek mi olacak diye bileniyorum😀 bi yandan.. 
      Konser başladı.. Kırmızı koltukları olan büyük bir tiyatro salonu doldu. İlk sıradayız. Hemen üç metre ötemde belirdi Sezen Aksu. Bir alkış koptu o anda. Gülümse, şarkısı ile başladı. Veda konserlerinin sonuncusu imiş Zürih'te. Bu anlamdada özel. "Ama azar, kudurursam bir yerlere çıkar, söylerim, ağzıma kilit vuracak halleri yok ya" dedi. Ben zaten onun en çok konuşmalarına bayılıyorum. İşte arkadaşlarına bakıyorum, Meral Okay, (rahmetli) Melike Demirağ, Suzan Kardeş, vb. Beni tanısa sever diyorum, içimden😀 Şarkılarının hepsini sevemem mesela. 
      Beni tanıyanlar bilir,  hiç ünlüye fanatik derecede hayran değilim. Ergenliğimdede bu böyleydi. Hani bir hayal kurarsın ya.  Bir erişimine mümkün, makul hayaller kurarsın, birde erişimine mümkün olmayan hayaller. Çünkü o hayal hep kalsın istersin. İşte buda öyle bir şeydi benim için. 

      Neyse o akşam nefis bir konser yaşadık. Her anını, hareketini gözlemledim.. Şarkılarına eşlik ettim. Ayakta dakikalarca alkışlandı. Adetten olduğu için tekrar geldi sahneye, "salla salla" şarkısını söyleyip gitti. Tam bizde salonu terkedecekken, eşim kulağıma "sen kalıyorsun, seni kulise alacaklar" diye fısıldadı. İşte tam o anda içimde bir şeyler oldu. Neee? diyebildim sadece. Ellerimle yüzümü kapattım, imkanı olmayan bir hayalimin tam yanıbaşında olmak beni çok heyecanlandırdı. Eşim, sevgisini göstermez, bir şey yapar o sevgi bütün zamana yeter. İşte buda öyle bir şeydi. Kendisi gitmek bile istemediği bir konsere, (Sezen'i önce severdi, ama bir dönemden sonra sevmemeye başladı, o hani yetmez ama evet konusu) sırf benim hayalim gerçekleşsin diye gelmiş, üstelik sponsor olmuş, ve organizasyona belirtmiş bunu. Onlarda tamam konser sonrası salonda kalsın, görüştüreceğiz demişler. 45 dakika bekledik. Yolumuz uzun, Zürich'ten  Bern'e döneceğiz.  Ben ve diğer sponsorları aldılar kulise. Oradada bekledik. Benim derdim sadece bir selfi değilki. Zaten bir sürü fotoğraflarını en ön sıradan çekmişim. O fotoğrafın içinde olsam ne, olmasan ne? Benim derdim başka. Gözlerine bakarak bir "merhaba" demekti. Dokunmaktı, sevgi ile kucaklamaktı. Öpmek değil, sarılmaktı sadece.  Ne çok şarkısı duygularıma eşlik etmişti. Bir gece sabaha kadar, " hayat, kadere inat seni baştan yaşayacağım" şarkısını dinlediğimi söylemekti.. 30 yıllık bir hayalime ulaştığımı söylemekti.. Çokta umrundaydım sanki.. Neyse, tam sıra bana geldi,  gittim yanına. Kuliste, beyaz minderlerin üstünde oturuyor. Köstümünü değişmiş. Günlük kıyafet giymiş. Sol elinde bir dıkım siyah ekmek.. Yorgun.. Bir sürü genç zıpır, sırf selfi için yanında. Ee hani sadece sayılı kişi girecektik. Acıdım bi taraftan. Konuşacak mecali yok. Sıra tam bana geldi, bir anda kalktı, kalkarken senteledi.. Şekeri mi düştü, kafa 1500 müydü, yorgun muydu, bilmiyorum. Hepsi birden olabilir.. Ve çok normaldir. O an anlayışla karşıladım.. Çıktım kulisten. Hiç bir şey konuşmadan yağmurlu bir cumartesi gecesi 120 km yol geldik. Hiç oralı değildim önce. Eve geldiğimizde saat 1.30 du. Birer bardak şarap içtik. Sonra düşündükçe bu an'ı burnum sızladı, gözüm yaşardı. Ağlamaktan geberdim. Gözlerim tavuk götü gibi şişti. 

      Neydi beni üzen, onu düşündüm. Çünkü ben bir Sezen fanatiği değilim. Hiç kimsenin fanı değilim. Koskoca bir kadın. Şu yaptığıma bak, hiç yakışıyor mu? Neydi beni üzen? 

      Eğer biz bu konserden hemen sonra çıkıp gelseydik hiç birşey olmayacaktı. Sanırım beni en çok üzen şeylerden en önemlisi, eşimin benim hayallerime ulaşmam için, istemediği halde  bir şeyi benim için yapma çabasıydı. Evet, bu zoruma gidiyor daha çok. Yoksa Sezen meslektaşım mı, okul arkadaşım mı? Beni tanımıyor bile. Tamda sıra bana gelmişken, kalkıp gitmesi çok koydu bana. İşte tam kırılma noktam burası. Bu an'ı düşündükçe kötü oluyorum. Yaramın kanadığı yer burası. Hani kırık bir camın veya bir yaraya parmakla üstünden geçersin, ve parmağına dokunur ya o kırık, benimde yüreğime dokunuyor bu olay. Bu sabah kahvaltıda bizim gençler, Nasıl geçti konser? Diye sordular. İyiydi, dedim. Sonra lokmalar boğazıma dizildi anlatırken, yine burnum acıdı, ağzım yüzüm kaymaya başladı. Keşke sormasaydım dedi, Taylan. Sonra Serpil'le konuştum. Yine aynı burun sızısı. Daha sonra Nanocan'la yazıştık biraz. Her ikiside saçmalama, deli misin nesin, gibi şeyler yazdılar. Evet, ben bu salak halime acıdım. En kötü şeylerden biride budur, kendi haline acıma duygusu. Karşındakini yüceltme, kendini küçültme duygusu. Bu arada Sezen'e kırgın değilim. Kimseye kırgın değilim. Kendime kırgınım.. Eşimin çabasının boşa çıkmasına kırgınım. Hayalimin suya düşmesine kırgınım.. Yoksa üzülecek o kadar çok şey var ki hayatta. Veya sevinecek çok daha başka şeyler. Örneğin Taylan. Gelecek yıl yan bölüm için "Sportwissenschaften" okuyacak. Onun sınavları vardı dün ve önceki gün. Beklenilenin üzerinde bir performans sergilemesi beni mutlu etmişken, hayal ürünü bir şeyin ters gitmesine üzülmem beni üzdü. Salaklığım üzdü beni daha çok. En azından böyle derin yaşanmış ve unutamayacağım bir an'ım oldu Sezen'e dair.. Sezen'in veda konserine dair. Kaç yıl geçti aradan ayrı ayrı, bitsin artık bu hasret buluşalım gayrı, diyecektim ki, kalktı gitti minik serçe.. Hakkaten minicik bir serçe gibi Sezen. 


      Sanata ve kültürü desteklyen Detay Suisse sirketinin ödülü..
       Sezen Aksu bizi görmedi, o baska:)

      Benim objektifimden Sezen.. Zürich 30.04.2016

      Veda konserinden.. 30.04.2016 Zürich